🦦 Sezai Karakoç Veda Şiiri Incelemesi

Qhm2Jn. Konu İçindeki BaşlıklarSezai Karakoç Kimdir?Sezai Karakoç’un HayatıSezai Karakoç’un Edebi Kişiliği Sezai Karakoç’un ŞiirleriSezai Karakoç’un Sözleriİlkokul ve Ortaokul YıllarıLise YıllarıNecip Fazıl’a Mektup Yazmasıİlk AşkıÜniversite Yıllarıİş Hayatına AtılmasıŞiir Yazmaya BaşlamasıMonna Rosa Şiirinin ÜnlenmesiAşk Acısını Şiire Dökmesiİkinci Yeni Şiirine İsim Babalığı YapmasıEdebi ÇalışmalarıEmeklilik Yılları ve Aldığı Ödüller Uhrevi dünyadan hissettiklerini modern hayat bilgisiyle başarılı bir şekilde harmanlayarak okurlarına sunan edebiyatın önemli bir şahsiyetidir. Türk şiirini metafizik bir konuma getiren isimdir. Bu yazımızda çok yönlü kişiliğiyle Sezai Karakoç’u tanıyacağız. Modern sanattaki soyutlamanın İslam anlayışına uygun olduğu görüşünde olup yaşamı boyunca bunu savunmuş bir şairdir. Hem geleneksel şiire yaklaşmış hem de çoğu şiirini modern bir dille kaleme almıştır. Sadece kendi coğrafyasını değil, aynı zamanda tüm dünyayı düşünen ince ruhlu yapısıyla öne çıkar. Sezai Karakoç, kendi adıyla özdeşlemiş “Diriliş Hareketi”nin fikir babasıdır. Ünlü şair, varlığını tanımlamada İslamiyet terimini kullanmıştır. Çağın İslam’a uyması gerektiği görüşünü savunmuştur. Didem Madak Kimdir? Hayatı, Şiirleri ve Sözleri 1983 yılında çok sevdiği Necip Fazıl’ın ölüm haberini alarak hayatında hissettiği en büyük kederlerden berini yaşamıştır. Duyduğu derin üzüntüyü “…Ve yüzyılımıza şeref olan şiir saati durdu…” deyip ardından susarak anlatmıştır. Aşağıda ünlü şair Karakoç’un hayatını, eserlerini ve birkaç değerli sözünü bulacaksınız. Türk şair, yazar, mütefekkir ve aynı zamanda siyasetçidir. Türk edebiyatında İkinci Yeni şiiri denilince ilk akla gelen isimlerdendir. Tevazu ve beyefendiliğiyle öne çıkar. Sezai Karakoç, gerek düşünce ve yaşam tarzıyla gerek şiirleri ile Türk edebiyatına birçok katkıda bulunmuştur. Türk şiirinin adeta yaşayan efsanesidir. Özellikle Monna Rosa ile anılmıştır. Mütevazı kişiliğinden ötürü sanatta yükseldiği yer konusunda bir ego taşımamış, çoğu zaman layık görüldüğü ödülleri bile kabul etmemiştir. O sadece, ödüle layık görülmüş olmanın mutlu eden kısmıyla ilgilenmiştir. Karakoç’un yakın dostu Cemal Süreya, ünlü şairin şiirlerine hakim olan mistik havadan ötürü ona “Sezo” diyordu. Aynı zamanda onun için “Mehmet Akif ve Necip Fazıl karışımı şair” tanımlamasını kullanmıştır. 22 Ocak 1933 tarihinde Diyarbakır, Ergani’de dünyaya geldi. Annesi Emine Hanım ve babası Yasin Bey doğduğunda ona Muhammed Sezai adını verdi. Fakat Nüfus Müdürlüğü’nde meydana gelen bir yanlışlık yüzünden çocuğun ismi Ahmet Sezai olarak kaydedildi. Karakoç’un doğum günü nüfus kaydında 22 Ocak olarak görünmesine rağmen asıl doğum gününün Mayıs ayı içinde olduğu bilinmektedir. Bu konuyla ilgili annesi Emine Hanım, oğlu Sezai’nin doğduğu zamanı Gülan ayında bir gün olarak tanımlamıştı. Gülan, Mayıs ayının eski dilde söylenişiydi. Güllerin açtığı ay anlamına geliyordu. Sezai’nin doğumu zorluklarla mücadele eden bir toplumun içinde toparlanmaya çalışan ailesine yeni bir umut, bir nefes ve bahar gibi gelmişti. Çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçti. Ünlü şairin ismi de eskilerin güzellemesinden geliyordu. “İsim semadan gelir” diyen eskilere göre, herkesin adı bir ilahi armağandı. Böylelikle Kur’an-ı Kerim açıldı ve ismi koyuldu. Her bebeğin bir adı, bir de mahlası olurdu. Buna göre adı Muhammed, mahlası ise Sezai idi. Fakat resmi kayıtlarda adı Ahmet Sezai olarak görünüyordu. Zülküf Dağı’nın eteğinde bir küçük kasabanın, Ergani’nin ortasında bir evde hayata gözlerini açmıştı. Tüccarlık yapan babası Yasin Bey, 1. Dünya Savaşı esnasında Kafkas Cephesi’nde savaşırken Ruslara esir düşmüştü. Orta halli bir aileydiler. Annesi Emine Hanım ise ev hanımıydı. Ailenin birden fazla evi olmasına rağmen maddi sıkıntıya düşünce Yasin Bey hepsini satmak durumunda kaldı. Sezai henüz ki yaşını bitirmeden ailecek bakırdan bir kasabaya, Maden’e taşındılar. Burada oturacakları ev oldukça yüksek bir tepedeydi. Ve bu ev hakkında yerlilerin dilinde dolaşan bir efsane vardı. Tepedeki o ev, cinliydi. Bu varlıklar küçük Sezai’ye musallat olup onu rahatsız edeceklerdi. Ünlü şair, bir gün odada yarı karanlıktayken, süslü kıyafetlere bürünmüş bir cin gördü ya da gördüğünü sandı. Sonradan anımsayabildiği kadarıyla düğün yapan veya gelin götüren birilerini gördüğünü söylüyordu. Küçük yaşından dolayı aklı fazlasıyla karışan Sezai, gördüklerinden oldukça etkilenmişti. Bu olay sanat yaşamını da etkiledi. Ona göre aldığı ilk sanat algılarıydı. Çünkü mistisizm konusunda ona verilen ilk işaretti. İleride çocukluktan çıkıp edebiyata soyunduğunda, yaşadığı bu mistik olay ve Maden kasabası hafızasında kalacaktı. 1938 yılında Ergani’de ilkokul öncesi verilen 3 aylık ihtiyat sınıfı ile eğitim hayatına başladı. 1944’te ise yine Ergani’de ilkokulu tamamladı. Ardından ücretsiz bir yatılı okul olan Maraş Ortaokulu’na kaydoldu. Maraş, onun çocuk yüreğinin alevlendiği yerdi. Bu şehrin tanımı onun için farklıydı. Okula geldiğinde ise hayatında ilk kez kaloriferli bina görmüştü. Hayatında gördüğü ilk zeytin ağacıyla da yine burada tanışmıştı. Sanat da tam bu sıralarda hayatına yavaş yavaş girmeye başlamıştı. Az miktarda olan harçlığı onun kitap sevgisine engel olamıyor, sürekli yeni kitaplar satın alıyordu. Henüz ortaokula giden küçük bir çocuk olmasına rağmen divan şiirleri ve bendnameler ezberliyordu. Mesnevi’yi anlamaya çalışıyordu. Bu durumu kendi deyimiyle “çok erken bir uyanma” olarak tanımlıyordu. 1947’de ortaokul eğitimini başarıyla tamamlayan Sezai, yine aynı şekilde ücretsiz ve yatılı olarak lise hayatına başladı. Bu kez Gaziantep’te idi. O yıllarda oldukça disiplinli ve kendi halinde bir gençti. İlgi alanlarını da değiştirmeye karar verdi. Divan şiirlerinden sonra Batı Edebiyatı’nı incelemeye koyuldu. Shakespeare’in piyeslerine özel ilgi duyuyordu. Bu ilgisi, Andre Gide’nin Dünya Nimetleri’ni, Dohame’mi, Verter’i ve daha nicelerini takip etti. Ölümle lise yıllarında tanışan Sezai, lise yaz tatiline girdiği sırada bir sınıf arkadaşıyla birlikte memleketine dönmek için trendeydi. Yolculuk sırasında karşılaştıkları bir tanıdıkları ismini vermediği bir yakınının ölüm haberini verdi. Sezai’nin gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. Kimin öldüğü söylenmemesine rağmen o, bu kişinin askerdeki ağabeyi olduğunu anlamıştı. Ağabeyinin ani ölümü onu derinden üzdü. Sezai Karakoç lise dönemlerinde Necip Fazıl’a ve Büyük Doğu’ya ilgi duyuyordu. Bir gün tüm cesaretini toplayıp Necip Fazıl’a bir mektup yazdı. Mektubun içine Mehmet Levendoğlu imzasıyla “Sabır” adlı şiirini ekledi. Henüz 16’sında olan Sezai’nin şiiri 300 şiir arasından birinci seçildi ve dergide yayımlandı. Sezai Karakoç ve Cemal Süreya, lisede aynı sınıftaydı. Muazzez Akkaya da bu sınıfta okuyan güzel bir kızdı. Bir zaman sonra Sezai, Muazzez’e büyük bir tutkuyla aşık oldu. Ona iltifatlar edip kitaplar hediye ediyordu. Sezai’nin genç kıza duyduğu bu büyük aşk ona şiirler yazdırıyordu. Monna Rosa ve Ping-pong Masası adlı iki büyük eserini bu dönemde oluşturdu. Özellikle Ping-pong Masası, bu aşkı fiziken de kanıtlıyordu. Çünkü sevdiği kız o dönemler pingpong oynuyordu. Fakat önemli olan bir detay vardı ki o da Cemal Süreya’nın da aynı kıza vurgun olmasıydı. Ünlü şair, 1954 yılında liseden mezun oldu. Daha sonra felsefeye merak saldı ve felsefe okuma isteği onu İstanbul’a sürükledi. Fakat babası onun İlahiyat Fakültesi’ne girmesini istiyordu. Genç Sezai, kendi maddi imkanlarının okul için yetersiz kalacağını biliyordu. Fakat okuma isteğinden vazgeçmek gibi bir niyeti yoktu. Bunun üzerine ücretsiz yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin sınavına girdi. Eğer sınavı kazanamazsa felsefe tahsili yapacaktı. Sonuçların açıklanmasını beklerken felsefe için kaydını yaptırdı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandı. 1955 yılında fakültenin mali şubesinden mezun olarak yükseköğrenimini tamamladı. Üniversiteden mezun olur olmaz, mecburi görev nedeniyle Maliye Bakanlığı’nın Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi Bölümü’ne getirildi. Daha sonra maliye müfettişliği sınavına girdi. Bu sınavdan başarıyla geçen Sezai, 11 Ocak 1956’da müfettiş yardımcısı olarak göreve başladı. 1959 yılında İstanbul’da Gelirler Kontrolü idi. Bir dönem Ankara’ya çağrıldı ve Yeğenbey Dairesi’nde görev yaptı. Fakat kısa süre sonra İstanbul’a tekrar getirildi. Hem geziyor hem çalışıyordu. İşi sayesinde Anadolu’nun pek çok farklı yerini karış karış gezme fırsatı yakaladı. Yaptığı tüm bu gözlemleri şiirlerinde kullanacaktı. 6 Ocak 1959 tarihinde Sirkeci Faciası’ndan yaralı olarak kurtulmasını ardından şiir kitabını basıma hazırlanıyordu. Fakat tüm şiirlerini basmaya parası yetmeyeceği için onları ikiye ayırmaya karar verdi. Metafizik ve ferdi tarzda olanları arkadaşları Doğan Yel ve Cafer Canlı’dan borç alarak yayımladı. Uğruna kandan elbiseler giydiği kitabına “Körfez” adını verdi. İstanbul’daki görevine askerlik nedeniyle 1960-1961 yıllarında ara verdi. Askerliği bitince tekrar görevi başına döndü. 1965’ten 1973’e kadar çok kez istifa etti. 1973’ten sonra bir daha resmi bir görev almadı. Türk edebiyatına kazandırdığı eserlerle birçok ödüle layık görülen usta şair, İkinci Yeni şairleri arasında kendine has imgelerle, mistik ve İslami içeriğe yer veren şiirleriyle bilinmektedir. Din ve inancı ile fizik ötesi kaygıları yenmeyi başarmıştır. Anlatımında görülen kapalılık ve karanlık imaj evreninden dolayı İkinci Yeni şairleri arasında gösterilmektedir. Eserlerinde ölüm, İslami terimler ve kadına sıkça değinmiştir. Şiirlerinde kutsal kitaplardan alıntılar yapar ve bunları çağdaş bir dille okuyucuyla buluşturur. Bilgi birikimi bakımından zengin bir şairdir. İlk şiirlerinde hece ölçüsünü tercih eden şair daha sonra serbest ölçüye geçmiştir. 1952 yılında kaleme aldığı Monna Rosa adlı eseri edebiyatımızın unutulmaz aşk şiiri olmuştur. Çok sayıda okuyucunun beğenisini kazanarak bir rekora imza atmıştır. Yaz tatili geldiğinde Sezai, Ergani’ye döndü. Tüm dönemi Divan şiirleri ezberleyerek bitirmişti. Bir arkadaşı savaşın bittiğini söyleyerek ona bir gazete uzattı. 1945’in Ağustos ayında atom bombası atılmış ve savaş bitmişti. İşte bu yaz tatillerinin birinde, ilk şiirlerini yazmaya ve ilk eserlerinin temellerini oluşturmaya başladı. Sanatçı olmak gibi bir hayali ya da isteği de yoktu. O, bilim yolunda ilerlemeyi istiyordu. Fakat hayat onu zamanla edebiyatın en ünlü isimlerinden biri yaptı. 20 Nisan 1952’de sınıfça düzenlenen bir gezi düzenlendi ve o sıralar Sezai 19 yaşındaydı. Arkadaşları, ona Monna Rosa’yı okuması için ısrar ettiler. Onları kırmayan Sezai, şiiri okudu. Bir üst sınıftaki arkadaşı Cevat Geray, bu şiiri Sezai’den yazılı olarak istedi. Bunun üzerine şiiri Sezai’den habersiz Hisar Dergisi’ndeki arkadaşlarına gösterdi. Geray, Hisar Dergisi’nden beklediği ilgiyle karşılaştı. Monna Rosa, Hisar’da yayımlanmış ve büyük beğeni toplamıştı. Şiir daha sonra da Mülkiye Dergisi’nde yer aldı. Sezai Karakoç, tekrar aşık olmuştu. Tıpkı doğduğu zaman gibi aylardan Gülan Mayıs idi. Sevdiği bu kadınla hayatını birleştirmek istiyordu. Bunun üzerine babasına nişanlanmak istediğini belirten bir mektup yazdı. Fakat babası, bu ciddi adıma karşı çıktı. Büyük bir yıkıma uğrayan Karakoç, hislerini şiire dökmeye karar verdi. “Rüzgar” adını verdiği bu şiiri ile birlikte bir daha hiç açmamak üzere evlilik konusunu kapattı. Çok iyi iki dost olan Sezai Karakoç ile Cemal Süreya işleri gereği bir dönem farklı şehirde yaşamak durumunda kaldılar. Sürekli mektuplaşıyorlar, birbirleriyle fikir alışverişi yapıyorlardı. Sezai, Cemal Süreya’ya “Balkon” adlı şiirini yolladı. Çünkü kim ne zaman yeni bir şiir yazsa, hemen diğerine postalıyordu. Cemal Süreya, Karakoç’un bu şiirini çok beğenmişti. Birkaç gün sonra dayanamayarak şiiri Pazar Postası adlı dergiye vermişti. Cemal Süreya’nın bu hareketine oldukça sinirlenen Karakoç, arkadaşına çok sert bir mektup yazdı. Fakat birkaç gün sonra yazdığı mektup kendisine geri döndü. Çünkü öfkesinden Cemal Süreya’nın adresini eksik yazmıştı. Daha sonra bir mektup daha yazarak, bunda adresi yanlış yazdığını bu nedenle sert dille yazdığı mektubun ona ulaşmadığından bahsetti. Bir daha böyle bir davranış yapmamasını dile getirdi. Cemal Süreya’nın bu davranışı her ne kadar Karakoç’un öfkelenmesine sebep olsa da ona yeni yollar açacaktı. Muzaffer ilhan Erdost, bir süre sonra Garip Akımı’na karşı yeni bir şiir akımının oluştuğunun haberini verdi. Bu yeni akımın isim babası Sezai Karakoç olacaktı. “İkinci Yeni” olarak kararlaştırılan bu akımın şiir üslubu Karakoç’a göre “Yeni-Gerçekçi Şiir” olarak anılmalıydı. Sezai Karakoç, 30 yaşındayken bir dergi kurmayı düşünüyordu. Bunun üzerine 1960 yılında İstanbul’da Diriliş Yayınları ve Diriliş Dergisi’ni kurdu. Fakat dergi, 27 Mayıs 1960 darbesi nedeniyle sadece iki sayı çıkarabildi. Daha sonra kaldırıldı. Şair, ilerleyen dönemlerde Diriliş Dergisi’ni daha kapsamlı bir şekilde çıkarmak için uğraşacaktı. 1988’e kadar ara ara kapanıp açılarak varlığını korudu. Ünlü şair, 1961-1964 yılları arasında Pazar Postası, Yeni İstiklal dergilerinin içeriklerine katkıda bulundu. 1964-1967 yılları arasında ise Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Dergisi’nde şiir, eleştiri ve denemelerini okuyuculara sundu. 1990 yılında ise Diriliş Partisi’ni kurdu. Partinin amblemi güller açan gül ağacıydı. 7 yıl boyunca partinin başkanlığını üstlendi. Üst üste iki kez genel seçime gidemediği için 19 Mart 1997’de parti kapatıldı. 2007 yılında Yüce Diriliş Partisi’ni kurdu. Şair, 2007 yılının Nisan ayından başlayarak uzunca bir süre her cumartesi akşamı, Yüce Diriliş Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nda değerlendirme konuşmaları yapmıştır. Bu konuşmaları partinin internet sitesinden canlı olarak yayınlanmıştır. Memuriyet hayatına son verip emekli olduğunda yetersiz maddi imkanlarıyla dergi ve gazete çıkarmaya başladı. Eserlerinin kendi yayınevinden başka yerde yayımlanmasını istemiyordu. 1968 yılında MTTB Milli Hizmet Madalyası, 1970’de Sürgün Macar Yazarlar Gümüş Madalya Ödülü, 1982’de Yazarlar Birliği Hikaye Ödülü, 1988’de Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü, 1991’de Dünya Kültür ve Sanat Akademisi Ödülleri’ne layık görüldü. Fakat bunların hiçbirini kabul etmedi. Hayatı boyunca kabul ettiği tek ödül ise, Macaristan ve Polonya’nın işgali sonucu yazdığı itiraz şiirinin yurt dışında ses getirmesi ve bunun sonucunda Macar edebiyatçıların bu şiirden haberdar olmasıyla ilgilidir. Bu şiiri ödüllendirmek isteyen Macar edebiyatçılar Karakoç’a bir ödül verirler. Ödül, şair tarafından kabul edilir. Şairlik hayatına genç yaşta adım atan Sezai Karakoç, sonraları şiirle ilgili görüşlerini ve şiir anlayışını da yazmaya başladı. Bu konudaki görüşlerinden oluşan 3 kitabına “Edebiyat Yazıları” adını verdi. Türk şiirinde kendine özgü tarzıyla edebiyatın en önde gelen şairlerinden olmayı başaran Karakoç’a göre şiirin genel çizgileri, “Pergünt Üçgeni” dediği üç ilk ile belirleniyordu. Norveçli yazar Henrik İbsen’in en ünlü oyunlarından Peer Gynt, Sezai Karakoç tarafından şiire uyarlanmıştı. Ünlü şairin üç kuralına göre; şair kendi kendisi olmalı, şair kendine yetmeli ve şair kendinden memnun olmalıydı. Karakoç’un şiiri Türk şiiri geleneksel yapısına göre metafizik bir şiirdi. Hayatı boyunca birçok şiire imzasını atan Karakoç’un en ünlü birkaç şiirini ele aldık Günümüzde yaşananları mistik bir dille tasvir eder. Adeta şairin manevi kürsüsünden bir vaaz gibidir. Aynı zamanda bir tarihi yoklayıştır. Şairin 6 Ocak 1959’da bir kıraathanede Sirkeci Facia’sına tanık olmasıyla doğan bu şiir; çözülen ayakkabı bağlarından çay bardağını tutan parmakların gücüne kadar her şeyi betimler. Karakoç, ölümün ve annesinin hatırası arasında hissettiği yoğun duyguları bu şiirinde dile getirmiştir. Ölüm temasının işlendiği bu şiirinde, hayatın gerçekleriyle ve ölümü birleştirmiştir. Doğa olaylarını da tasvir eder ve ölümü bir dirilişe benzetir. Yine İslam inancına yer vermiştir. Gerçek duyguların ve gerçek bir aşkın hikayesi olan bu şiir, şairin lisedeki büyük aşkına yazılmıştı. Karakoç’a göre Leyle ile Mecnun’un modern bir denemesiydi. 1953 yılının Mart ayında yazılmıştır. Bulunduğu kitaba adını vermiş bir eseridir. Hayata atfettikleri değerler birbirinden farklı olan farklı kutuplardaki insanları anlatır. Sait Faik Abasıyanık Kimdir? Hayatı ve Eserleri Oldukça parlak bir eğitim hayatı geçirmiş, eserleriyle çeşitli dergilere katkıda bulunmuş, onlarca şiir yazıp Türkiye’de ve dünyada pek çok sanat ödülüne layık görülmüş Sezai Karakoç’un şiirleri kadar sözleri de ün kazanmıştır. İşte ünlü şaire ait birkaç anlamlı söz Eserlerinde de İslam inancını temel alan ve bunu modern şiire uyarlayan bir şair olarak Karakoç, bu sözünde de Allah inancından bahsetmiştir. Yaratana inananın özgür olabileceğine değinmiştir. Zorluklarla mücadele etmenin her zaman bir ödülü olduğunu dile getirdiği bu sözünde, azimli olmaya değinmiştir. Her gündüzün gecesini yolumuza çıkan bir engele benzetirsek, katlanılan bu zorluğa ödül olarak ertesi gün güneş açar. Eserlerinde tarihten de oldukça yararlanan şair, tarihi gerçeklerin varlığı ve bu gerçeklere karşı açılan savaşlardan, baş kaldırımlardan söz etmiştir. Tarih ile hayatı kıyaslamıştır. 1953 yılının Ocak ayında yazdığı bir şiirden alıntı olan bu kısım, okuyucuya bir yoksulluk ihtivası hissettirir. “Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın” sözleriyle devam eder. Yine tarihe ve İslam inancına dikkat çektiği bu sözünde, bilinçlenmenin zaman içinde olacağından söz etmiştir. Geçmişini, nereden geldiğini öğrenenler uyanacaktır. Sezai Karakoç’un Hayatı Sezai Karakoç’un Edebi Kişiliği Sezai Karakoç’un Şiirleri Sezai Karakoç’un Sözleri İlkokul ve Ortaokul Yılları Lise Yılları Necip Fazıl’a Mektup Yazması İlk Aşkı Üniversite Yılları İş Hayatına Atılması Şiir Yazmaya Başlaması Monna Rosa Şiirinin Ünlenmesi Aşk Acısını Şiire Dökmesi İkinci Yeni Şiirine İsim Babalığı Yapması Edebi Çalışmaları Emeklilik Yılları ve Aldığı Ödüller Kaynak Sezai KarakoçSilahlara veda Geceye rüyaya ve sana Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden Düzenlerin çıkmazına Çizdiğim resmin Saat kulesi ağlıyor Ağzım o çeşit yok Şişe bu çeşit var Sen bir gece gelsen Güneş doğmasa Gitmeden yine gelsen Bu yeni geleni Bu bize bakanı Sana bir anlatsam Güneş doğmasa Sandıkların içini göstersem sana Çizdiğim resmin Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde Bir rafa koyabilsen Olup biteni ve onları Sabaha kadar konuşsak O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam Ateşi karı tüfeği çeksem Ocağa pencereye kapıya Kemana veda Yağmurda şeytan ve şapkası Silahın ölümünü kutluyorum Tren kaçırmış gibiyim Sana veda Kaynak Körfez SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE II Gelin gülle başlayalım atalara uyarak Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine Bir anda yükselen bir bülbül sesi -Erken erken karlar ortasında Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta- Bana geri getirir eski günleri ...Paslanmış demir bir kapı açılır Küf tutmuş kilitler gıcırdarken Ta karanlıklar içinde birden Bir türkü gibi yükselirsin sen Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken Söyleyemediğim ateşten kelimeleri Şuuraltım patlamış bir bomba gibi Saçar ortalığa zamanın Ağaran saçın toz toprağını Bana ne Paris'ten Newyork'tan Londra'dan Moskova'dan Pekin'den Senin yanında Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu Geceme gündüzüme Gözlerin Lale Devrinden bir pencere Ellerin Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den Kucağıma dökülen Altın leylak III Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma Kimi ırmaklardan yansıma Kimi kayalardan kırpılma Kimi öteki dünyadan bir çarpılma İçi ölümle dolu Dönen bir huni Doğarken güneş Kesilmiş ölü yüzlerden Bir mozayik minyatürlerden Dokunur tenimize Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay Ve birden senin sesin gelir dört yandan Menekşe kokulu sütunlardan Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan Gözlerine ait belgeler sunulur Ey aşkın kutlu kitabı Uçarı hayallere yataklık eden Peri bacalarının yasağı Gönlümün celladı acı mezmur Bana bıraktığın yazıt bu mudur Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi Senden bir gök Senden yıldızlar ördüler Ateş böcekleri O gece dört yanıma Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı Sen bir anne gibi tuttun ufukları Ve çocuklar gülle anne arasında Seninle güller arasında Tuhaf bir ışık bulup eridiler Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler Aramızdaki sırra Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar Gençlik monologları Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından Bana getiren Yasamız vardı Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben IV Senin kalbinden sürgün oldum ilkin Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Uzatma dünya sürgünümü benim Güneşi bahardan koparıp Aşkın bu en onulmazından koparıp Bir tuz bulutu gibi Savuran yüreğime Ah uzatma dünya sürgünümü benim Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil Ayaklarımdan belli Lambalar eğri Aynalar akrep meleği Zaman çarpılmış atın son hayali Ev miras değil mirasın hayaleti Ey gönlümün doğurduğu Büyüttüğü emzirdiği Kuş tüyünden Ve kuş sütünden Geceler ve gündüzlerde İnsanlığa anıt gibi yükselttiği Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Bütün şiirlerde söylediğim sensin Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini Ey gönüllerin en yumuşağı en derini Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Yıllar geçti saban ölümsüz iz bıraktı toprakta Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında Çatı katlarında bodrum katlarında Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba Hep Kanlıca'da Emirgan'da Kandilli'nin kurşuni şafaklarında Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Ey çağdaş Kudüs Meryem Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır Züleyha Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında Köle gibi satıldım pazarlar pazarında Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda Verilmemiş hesapların korkusuyla Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır Sevgili En sevgili Ey sevgili Sezai Karakoç * MONA ROSA Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister. Ah senin yüzünden kana batacak. Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. Ulur aya karşı kirli çakallar, Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa. Mona Rosa bugün bende bir hal var. Yağmur iri iri düşer toprağa, Ulur aya karşı kirli çakallar. Açma pencereni perdeleri çek, Mona Rosa seni görmemeliyim. Bir bakışın ölmem için yetecek. Anla Mona Rosa ben bir deliyim. Açma pencereni perdeleri çek. Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi, Bende çıkar güneş aydınlığına. Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi. Seni hatırlatır her zaman bana. Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi. Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur. Bir mumun ardında bekleyen rüzgar, Işıksız ruhumu sallar da durur. Zambaklar en ıssız yerlerde açar. Ellerin, ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi. Ellerinden belli olur bir kadın, Denizin dibinde geziyor gibi. Ellerin, ellerin ve parmakların. Zaman ne de çabuk geçiyor Mona. Saat onikidir söndü lambalar Uyu da turnalar girsin rüyana, Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar. Zaman ne de çabuk geçiyor Mona. Akşamları gelir incir kuşları, Konarlar bahçemin incirlerine. Kiminin rengi ak kiminin sarı. Ah beni vursalar bir kuş yerine. Akşamları gelir incir kuşları. Ki ben Mona Rosa bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında. Hayatla doldurur bu boş yelkeni. O masum bakışların su kenarında. Ki ben Mona Rosa bulurum seni. Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. Henüz dinlemedin benden türküler. Benim aşkım uymaz öyle her saza. En güzel şarkıyı bir kurşun söyler. Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. Artık inan bana muhacir kızı, Dinle ve kabul et itirafımı. Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı Alev alev sardı her tarafımı. Artık inan bana muhacir kızı. Yağmurdan sonra büyürmüş başak, Meyvalar sabırla olgunlaşırmış. Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış. Yağmurdan sonra büyürmüş başak. Altın bilezikler o kokulu ten Cevap versin bu kuş tüyüne. Bir tüy ki can verir gülümsesen, Bir tüy ki kapalı geceye güne. Altın bilezikler o kokulu ten. Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister, Ah senin yüzünden kana batacak. Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. Sezai Karakoç * KAR ŞİİRİ Karın yağdığını görünce Kar tutan toprağı anlayacaksın Toprakta bir karış karı görünce Kar içinde yanan karı anlayacaksın Allah kar gibi gökten yağınca Karlar sıcak sıcak saçlarına değince Başını önüne eğince Benim bu şiirimi anlayacaksın Bu adam o adam gelip gider Senin ellerinde rüyam gelip gider Her affın içinde bir intikam gelip gider Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın Ben bu şiiri yazdım aşık çeşidi Öyle kar yağdı ki elim üşüdü Ruhum seni düşününce ışıdı Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın Sezai Karakoç * KÖŞE 1. Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın Saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin Gözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinir Sen kaç köşeli yıldızsın Fabrika dumanlarında resmin Kirli ve temiz haritaları doldurmuşsun Hâtırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi Aşka veda etmiş topraklarda durmuşsun Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim Sen kaç köşeli yıldızsın 1954, Nisan 2. Evlerinin içi ayna döşeli Ayna hâtıra gözler ve sevmek Benim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli Bir köşe gidince bin köşe yeniden gelecek Ayna hâtıra gözler ve sevmek Evlerinin içi kabartma bahar Köşelerinde keklik gibi bakıp duran saksılar Halıları öpe öpe nakış yapar nakış gibi ayaklar Siz söyleyin insan seve seve ölmez ne yapar Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar Evlerinin içi yeni güllerden Görülmemiş güneşleri görülmemiş gözlerine getiren Sağ köşedeki entari sol köşedeki şapka Beni katil suların ortasına bıraka Katil sular güneşi gözlerinden götüren Evlerinin içi gurur döşeli Benim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli 1954, Mayıs 3. Sen geldin ve benim deli köşemde durdun Bulutlar geldi ve üstünde durdu Merhametin ta kendisiydi gözlerin Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu Bulutlar geldi altında durduk Konuştun güneşi hatırlıyordum Gariptin yepyeni bir sesin vardı Bu ses öyle benim öyle yabancı Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı Dişlerin öpülen çocuk yüzleri Güneşe açılan küçük aynalar Sert içkiler keskin kokular dişlerin İçinden geçilen küçük aynalar Ve güldün rengârenk yağmurlar yağdı İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı Sen geldin benim deli köşemde durdun Bulutlar geldi üstünde durdu Merhametin ta kendisiydi gözlerin 1954, Mayıs 4. Taşların ortasında Leylâ'nın gözleri Leylâ köşe köşe göz göz şiirin ortasında Ben Leylâ'yı bulduğumdan yahut kaybettiğimden beri Leylâ ya o adamın bardağında ya o dağın ortasında Ben Leylâ gibi güneş doğarken uyanamam Şehir gece gündüz benim içime uyur Leylâ'yı götürüp Londra’nın ortasında bıraksam Bir bülbül gibi yaşamasını değiştirmez çocuktur Leylâ diyorsam kesik yanaklarıyla Leylâ Üç köşeli dünyasıyla Okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla Leylâ diyorsam şu bizim gerçek Leylâ Biz seni işte böyle seviyoruz Leylâ O gitti bize ağlamak kaldı kala kala 1954, Aralık 5. Beni yeraltı sularına karşı iyi savun Tırnağını taşa sürten yitik keçilere karşı Bu çeşmenin üç köşesinden hangisinden su içecek Senin bahtsız ve mesut Eyyub'un Atların en güzel biçimini sessizce kalbime indiriyor İçimde İstanbul çalkanırken bozbulanık çeşme Bir dans için can vermeğe hazır bekliyorum Sen orda gelirayak kuklalara insan gibi konuşmasını öğretme Su akıyor birikiyor kan lekeleri Kurtulsam diyorum bir eser buna engel Öyle büyüyor öyle çoğalıyorsun İstanbul kalmıyor Hangi köşesinde huzur o köşesinde sen Hangi köşesinde yeni çağlara uygun odalar Ben bölünmez bir şairsem Sen bölünmez bir anne Bir çeşme 1956, Haziran Sezai Karakoç * SEVGİ 1. Ah benim sevgim çiçek örneği Çarpılmışların kinini yeniler Beni alnımdan vurmak ister Saraların iftiraların gençliği Bilirim geçmektir sevgi Ölümün en yumuşak en ayarlı yerinden Çünkü çocuklar geçer Ölümün en yumuşak en ayarlı yerinden Zarif vakitlerin seçkin kadınları Hazırlardı kızlıklarında doğumları Kaçmakla kurtulamadıkları Arada uyguladıkları 2. Çölden farklı olmayan bu korku Çocukların bu korkudan olur neşeleri Siyah sepete baktıkça her biri Sıcak hoşluğunu anlarlar ölmenin O gün gün ışığından mahrum Mahrum bırakılmış genç kızlar Anneleriyle parka çıkarlar Anneleriyle anneleriyle anneleriyle Sezai Karakoç * İNCİ DAKİKALARI Sen bana yeni yılsın her dakika Her dakika bir yaşıma daha giriyorum Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni Saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın Ben bin parçaya bölündüm her parçasında Her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın Çalkantısız Üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın Erkek ağlar mı diyeceksin Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum Bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında Daha gözlerimin gerçek yaşları belirmeden Ağlamak diye bir şey yoktur diye bir şey Yüzme bilmeyen bir uyurgezer yüzer ya Çürük ve havada asılı tahtalar üstünde Hafif kedi ayaklarıyla yürür gerçekten yürür ya Sen benim ağlamamı erkeklığıme Uyanan ölmeyen yenilenen Azgın kışlar içinde keskin baharlar bulan Seni bulan yeniden bulan tekrar tekrar bulan erkekliğime say Bütün bir yıl bütün bir yaşama boyu Gizli heybelere binbir gece eşyası doldurduğuma say Ben otomobilleri böylesine yankısız sağır komam Öyle bir isyan şiiri var ki ben onu yakalayacağım Bu yunan şehrinin düzenini öper ve yalvarırım Şehrin ölümünü yanlış anlama Gözleri kör oldu doğrudur ama o kadar Ve şehrin gözlerini geri verme dakikalarıdır bu yılgın çanlar Senin odan günışığı en güzel müzik bana Farklılıklar odası Giden tren buharları içinde örümcek ağı Sen güzel örümcek ağı yaşamakla yaşamamak Doğduğumuz şüpheyle öldüğümüz şüphe arasına gerilmiş Garip bulut farklı müzik güzel örümcek ağı Ben bir yabancı buğunun kokusunu alıyorum Bu kokuyu alıyorsam onulmaz kıskançlık yaramdandır Benim garipliğime bakma benim kıskançlığıma bakma benim İncilerin ilk gerçek ve yeni yorumunu bulur gibi oluyorum Bu inciler denizlerin en karanlık noktalarında bile yoktur Benim ak ve kara kayalar içinde bulduğum inciler Bu inciler sen olmasan bende bile yoktur Oldukları yerde bile Sezai Karakoç * YAĞMUR DUASI Ben geldim geleli açmadı gökler Ya ben bulutları anlamıyorum Ya bulutlar benden bir şey bekler Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum Ben geldim geleli açmadı gökler Bir yağmur bilirim bir de kaldırım Biri damla damla alnıma düşer Diğerinde durup göğe bakarım Ne şehir ne deniz kokan gemiler Bir yağmur bilirim bir de kaldırım Nedense aldanmış bir gece annem Bir kadın gömleği giydirmiş bana İşte vuramadı gökler bana gem Dinmedi içimde kopan fırtına Nedense aldanmış ilk gece annem Biri çıkmış gibi boş bir mezardan Ortalıkta ölüm sessizli Sezai Karakoç * SİMYA Balmumundan bir şehir arkadaşlar ülkesi İçinde yanar durur yalanın lambaları Benim hakkımda yalan, senin hakkında yalan Kapadılar sonunda sana çıkan yolları Yine de suç benimdir, onların değil benim Karanlıkları delen bir ışık olamadım Akıtamadım ayağına gönlümün pınarını Senin gönül kentine bal ve sütten bir nehir ... Köle diye mi sattın ayrılık ateşine Sana köle olmanın değerini bilmeyen Kendini dev saymanın sonsuz cehennemini Benliğinde taşıyan gurur sarhoşu beni Artık yolun uğramaz bilirim toprağıma Ömrüm yanıp yıkılmış harap ölüm sayfası Sen orda hakikata çevirirken yalanı Ah, yalana çevirdim ben burda hakikatı Sezai Karakoç * kaderin üstünde kader vardır şiiri, kar şiiri, mona rosa, sevgi şiiri, sezai karakoç, sezai karakoç şiirleri, sezai karakoçun şiir görüşü, sürgün ülkeden şiiri, yağmur duası şiiri, Sezai Karakoç'un en çok sevilen 20 şiiri İslami geleneğin son dönemdeki en gür sesi ve "Yedi Güzel Adam"ın en önemli isimlerinden biri olan Sezai Karakoç, bize şiirleriyle yol arkadaşı oldu. Türk edebiyatının önemli yapı taşlarından biri olan Karakoç, şiir ön planda olmak üzere deneme, hikaye, piyes, fıkra, inceleme ve düşünce yazıları gibi pek çok türde eserler kaleme aldı. Monna Rosa şiiri ile efsaneleşen şair, yaşayan en büyük Türk şairlerinden biri olarak gösterildi, aşıladığı birlik bilinci ile büyük bir düşünür olduğunu da ortaya koydu. Sizler için Sezai Karakoç'un en çok sevilen 20 şiirini derledik. Giriş Tarihi 0914 Güncelleme Tarihi 1406 1 30 Donuk Aşk – Sezai Karakoç "Yine akşam oldu, Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine, Uzaklık aynı gerçi, Her yerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi, Yine akşam oldu orda olduğu gibi, Görebiliyorum seni burdan da, Aynısıydı ordayken de, Uzaklıktan korkmuyorum belki de, Orada da aynıydı uzaklık gerçi Donuklaşmış oldu artık bu, Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi, Galiba ben baştan kaybetmişim, Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş…" ◾ Rivayetlere göre babası Yasin Efendi'nin Muhammed Sezai adını verdiği, ancak ismi nüfus kayıtlarına yanlışlıkla Ahmet Sezai olarak geçirilen Karakoç, 1933'te Ergani'de dünyaya geldi. İlkokul ve ortaokulu Diyarbakır ve Maraş'ta parasız yatılı okuduktan sonra, lise öğrenimini Gaziantep'te tamamladı. Sezai Karakoç şiirinde ölüm 2 30 Ötesini Söylemeyeceğim – Sezai Karakoç "Melekler bir demir parçasının üzerine oturmuşlar Her biri bir damla atıyor aşağıya İşte yağmur bunun için yağıyor Ben bunun için yağmuru seviyorum Yağmur bizim için yağıyor Çalılar için Süleymanın tabancası için Kalkıp gidin kırmızı kiremitler üzerine Bizim tahta evîn üzerine yağmur yağıyor" ◾ Monna Rosa şiiri ile efsaneleşen şair, yaşayan en büyük Türk şairlerinden biri olarak gösterildi, aşıladığı birlik bilinci ile ne kadar büyük bir düşünür olduğunu da ortaya koydu. SEZAİ KARAKOÇ NECİP FAZIL'LA NASIL TANIŞTI? OKUMAK İÇİN TIKLAYIN "Yanlış trenden indin seni şehrin aynasından geçirdiler Sana baktım yıllarca hep aynı özlem penceresinden Yürüyen ve kaçan yalın ve çocuksu özlem penceresinden Denize karşı küçüle küçüle giden evleri İnce ince karşılardın olağan karşılardın Şen dünya içinde şen dünya içinde bir avuç şen dünyaydın sen" ◾ İkinci Yeni akımıyla şekil ve imge yönünden benzer tarzda şiirler yazan Karakoç, kimilerince bu akıma dâhil edilmişken, kimilerince de içerik yönünden farklılıklar taşıdığı için bu akımın dışında tutuldu. Sezai Karakoç Oruç Ülkesi 4 30 Köşe – Sezai Karakoç "Sen geldin ve benim deli köşemde durdun Bulutlar geldi ve üstünde durdu Merhametin ta kendisiydi gözlerin Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu Bulutlar geldi altında durduk Konuştun güneşi hatırlıyordum Gariptin yepyeni bir sesin vardı Bu ses öyle benim öyle yabancı Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı" ◾ Bütün bu tartışmaların dışında kalan Karakoç, kendine has üslubuyla imgeli şiirin büyük şairi oldu. Batı veya Doğu ya da tüm kavramlar onun şiirlerinde İslam'ın süzgecinden geçen bakış açısıyla yansıtıldı. Sezai Karakoç'un Batı dünyasına yönelik tespiti 5 30 Monna Rosa -IV- Ve Monna Rosa – Sezai Karakoç "Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara "Tanrım dokun bana; kendi aşkına dokun" ◾ Çok sayıda düşünce ve araştırma eserine imza atan Sezai Karakoç, 1960 ve 1971 yılları arasında Diriliş dergisini dönemsel sayılar halinde yayımladı. SEZAİ KARAKOÇ'UN MUTLAKA OKUNMASI GEREKEN KİTAPLARINI ÖĞRENMEK İÇİN TIKLAYIN

sezai karakoç veda şiiri incelemesi